Eski dostlar, çok özel yere sahiptir hayatımızda.
Sizi zamanın ve mesafelerin ötesine geçirebilen nadir, eşsiz insanlardır onlar.
Hele hele o eski dostlar, üniversiteden sınıf arkadaşlarınız, okul arkadaşlarınız ise…
Hayatınıza anlam aradığınız, kendinizi keşfettiğiniz, geleceğinizi ilmik-ilmik dokuduğunuz, hayaller kurduğunuz günlerin yakın şahitleridir onlar.
Hayatı dokuduğunuz tezgâhta iplik, hayal dünyamızda zenginliktir okul arkadaşlarınız…
Okul arkadaşlarınızla buluştuğunuz toplantılar, hayatla da hesaplaşmadır aslında…
Ne hayallerle başladık hayata ve şimdi neresindeyiz hayatın?
Okul sıralarında inşa etmek için uğraştığımız hayatın, hayat için hayallerimizin tartıya çıktığı “z” raporudur bu toplantılar.
Maddi gerçekler, hayatın gerçekleri ve hayallerimiz…
Kaderimizle yüzleştiğimiz toplantılar.
Başarılar öz çaba, diğerleri alın yazısıdır…
Yediğiniz kazıklardan ve dahi yiyeceğiniz kazıklardan elde edeceğiniz yegâne tecrübe ise her zaman her şeyi çözemeyeceğinizdir.
Yaşamın sert tokatlıyla uyanmışsınızdır artık: kimi zaman aklın, kimi zaman da duyguların hayata hükmettiğini, insan ilişkilerinde sevgi ve inancın yüceliğini, karşılıksız sevgi ve saygının değerini, bazen şansın fiziksel gücünüzü aşan etkisini, deha olmaktansa güçlü bir dayıya sahip olmanın hayatınızı değiştirecek yegâne faktör olabileceğini ve güvenilir bir dostun paha biçilmez varlığının önemini ensenizdeki o beklenmedik “şaplak”la derinden hissederek…
O ‘şaplak’ öyle sert vurmuştur ki yüzünüze, o “şaplakla”; dünyanın, ama çoğunlukla da ülkemizin bükülmez çelikten kuralları karşısında, içinizdeki tüm mantık duvarlarınızın kumdan kalelere dönüştüğünü anlamışsınızdır artık.
O dost meclislerinde hayatın tüm gerçekliğini hissedersiniz: Arkadaşlarınızın gözlerinde yaşanmışlıkların sessiz çığlığını, hayata başkaldırışı, mutluluğu ve hüznü okursunuz. Sıkılan ellerde, içten sarılışlarda, kolunuza girişlerde, alnı kırıştıran çizgilerde, telefonu tutuşta, okul lakabınızla çağrıldığınızda hayatla yapılan hesaplaşmayı görürsünüz.
“İyiyim” derken titreyen ellerin ve sesin tonunun ele verdiği, içten, samimi duygusallık, “geçmişi yaşayan özlem” ve “heyecan” sözcüklerden daha güçlü konuşur çünkü çoğu zaman.
İşte o an, hayatın asıl gücünün; atomlara değil, ruhlara işleyen bir kudret olduğunu, fark ediverirsiniz…
40 yıllık arkadaşlığınız, bu gerçek ve içten dostluk, dünyaya bağlayan yer çekimini yenerek uzaya taşıyıverir sizi, yer çekimsiz bir ortamda buluverirsiniz kendinizi…
Bu içten sevgi, görünmez kökleriyle çatlatır betonları.
Dostluk, en karanlık tünellerde ışık oluverir birden.
Ve insan ilişkileri…
İnsanın fiziksel sınırlarını aşan böylesi “metafizik direnç”, tıpkı Anadolu’nun kıraç toprağında filizlenen bir çiçek gibi, yeniden yeşerir benliğinizde: kökleri taşları deler, çünkü susuzluk değil, geçmişi yaşatma azmi sular bu duyguyu.
Bu gerçek güç, kaslarda değil, yüreğin o dipsiz kuyusunda saklıdır hep.
Ve o kuyudan çekilen su, bazen bir nehir olup taşar…
İnsan, işte bu yüzden hem kırılgandır hem de ölümsüzdür.
Tıpkı cam gibi: Katıdır, kırılır ama her parçası hâlâ ışığı yansıtır.
Üniversite arkadaşlığı gibi…
Yaşamın özetini çıkarıverdik İzmir buluşmasında: “Umduk, Düşündük, Bekledik…”
Yaşamanın düşünmek, iyi yaşamanın iyi düşünmek olduğunu,
Duygunun, düşüncenin ve eylemlerin bir ahenk içinde olduğunu hissettik İzmir buluşmasında…
İzmir buluşmasında hep bildiğimiz ama belki de üşenip yapamadığımız aşağıdaki gerçeklerle her birlikte yüzleştik:
Hayatta askıda kalmış hiçbir şey bırakmayacaksın.
Okunacak en büyük kitap insandır.
Eski dostlarımızla, sınıf arkadaşlarımızla buluştuğumuz akşam, duygu dolu, geçmişin tatlı anılarıyla dolu bir yolculuğa çıkarttı bizi.
Yoklamaya katılmayanlar ve devamsızlık yapanlar bu yıl da sınıfı geçemedi.
Kadir, Alper, Özgün, Yılmaz ve Ahmet, Beyler ve Gonca, Hıfzı ve Tarık’la birlikte,
Yılmaz, Özcan, Erhan…
Geçmişten bugüne yaşanmışlıklar, olaylar ve insanlar…
Anıldı, anlatıldı, yaşandı, şarkı oldu dillerde hep bir ağızdan söylendi.
Gelecek sene buluşmak üzere, sağlık ve mutlulukla kalın dostlar, sevgili sınıf arkadaşlarım…