Atatürk bu ülkenin kırmızıçizgisidir.
Lakin mevcut iktidar, kullandığı iletişim kanallarıyla halkımı“resmi olmayan tarih” ve “kaçak tarihçilere” sık sık bağlıyor.
Bu kayıt dışı, “bandrolsüz” kaçak neşriyat fikriyatı, birçok yol ve yöntemiyle Atatürk hakkında, cumhuriyet değerleri hakkında toplumun kafasını karıştıran hamleler yaptığını görüyoruz çokça.
Bu neşriyat, toplumda Osmanlıya dönüş istencini körüklüyor, cumhuriyet öncesi dönemi, cumhuriyet kazanımlarını önemsizleştiriyor.
Günde üç öğünden bir öğüne düşen, yürüyerek gitmek mümkünse metrobüse binemeyen, metrobüse binecek parayı zor denkleştiren, “biz vatandaşların beynine” de çivi gibi çakıyor; biz “dünya deviyiz”, “aya gittik”, “uzaya çıktık”, “yeni galaksi keşfettik”, “uzaya dört şeritli yol yaptık” gibi şekerleme tadındaki söylemleri…
Anlaşılan klasik mekaniğin temeli, Newton’un evrensel çekim yasasına, sosyal politikalar kuramsallığı içinde itirazı var yöneticilerimizin…
Bu durum yerçekimi yasasına alenen muhalefet…
Yani bu noktada NAS’tan gayri “yepis yeni” bir hipotezimiz daha oldu vesselam;
“Su tersine akar”!
Sosyal devlet, “sosyal adalet, sosyal güvenlik, eğitim, sağlık, iş güvencesi, çalışan haklarının korunması ile doğal hayatın, çevrenin sürdürülebilirliğini” kapsayan bir şemsiye.
Dolayısıyla sosyal devletin tek gayesi vatandaşının “sosyal refahını, adil toplum oluşturma ve temel insan ihtiyaçlarının” karşılamak.
Peki ya kişilerin temel ihtiyaçları?
Maslow kişilerin temel ihtiyaçlarını zincirleme sıra izleyen beş temel basamakta, aşağıdan yukarı “Fizyolojik, Güvenlik, Sevgi- ait olma, Saygınlık ve Kendini gerçekleştirme” olarak tanımlamış.
Sosyal devletimiz sağ olsun, kendinden olan vatandaşına; kendisine oy vermeyen vatandaşından kaptığı “vergilerle” sosyal devletin sahip olduğu tüm imkân ve kaynakları seferber ederken bu esnada, oydaşlarına, kendi malum propagandasını da damardan zerk ediveriyor…
Neyle?
Tabii ki yine kendisine “oy” vermeyen vatandaşın da içinde hakkı olan devlet bankalarından alınan kredilerle kurguladığı meyda gücüyle, yandaş olarak tanımlanan guruplara verilen kaymak gibi ihalelerle!
Kamunun tüm imkân, kaynak ve kudretiyle…
Temel ihtiyaçları sağlanan vatandaş, adrenalin salgılayıp rahatlarken, soluduğu oksijene katılan algı yüklü “propagandik” oksijeni de eklemeyi unutmuyor Sayın Yöneticilerimiz. Bu işte pek bir mahirler…
Oydaş vatandaşın beyine giden “oksijenli hava” doğal olarak vatandaşı bir başka güzel hissettiriyor kendine, kabul etmemiz lazım…
Ama dün bu sistemde, sistematikte ilk kez “görünür”, “nedeni ve sonucu” öngörülemez bir “kaza” oldu.
Her bir çıktısı özenle düşünülmüş, iktidarın stratejik bir hamlesi ilk kez dün son derece ciddi bir kesintiye uğradı.
Halkımın gözü açıldı…
Fenerbahçe ve Galatasaray ilk kez ve dahi vatandaş ilk kez, kendisine dikilen elbiseye girmedi, içine sığmadı ve elbisenin dikişleri tutmadı.
Elbise çorap gibi sökülmeye başladı.
Cila soldu, büyü bozuldu.
İktidarı güreş minderine çekemeyen muhalefete ilk kez “gün doğdu”…
“Eğer yapılacaksa muhalefeti de ben yaparım” diyen iktidar ilk kez dediğini yaptı, “VAR’A” bile gitmeye gerek olmayacak açıklıkta offside’e kendisini düşürdü…
Arabistan “çölünde” Türkiye’nin güneşi, beti-bereketi, medeniyeti ülkemin vatandaşı tarafından anlaşıldı…
İktidarın sürücü koltuğuna oturduğu ülkem otobüsü TUR otobüsü gibi maşallah…
Rehber, son sürat giden otobüste yolcusuna sağa bak, sola bak, yukarı bak, geriye bak güzellemeleriyle sürekli adrenalin, dopamin yükleme peşinde…
Son sürat giden ülkem otobüsünde yolcuların dikkatleri dağılmış, aşırı hızdan mideleri alabora, gözleri yorgun, zihinleri dağınık…
Gidilen yolda sona yaklaştıkça, yol standartları düştükçe, virajlar sertleştikçe, beş şeritli asfalt yol tek şeritli köy yoluna ulaşınca…
Üstüne bir de otobüsün yakıtı bitince,
Eee, gösterecek ne kaldı?
Yeni bir tartışma konusuydu; Arabistan’da Türkiye’nin süper kupa finali…
Bir taşla iki kuş…
Bu seferde bir şeyler ters gitti, ulus olarak Arap çöllerinde karşı karşıya kaldığımız muamele bizi fena çarptı…
Bu sefer, ülkemin aktif ulusal fayı, yıllardır ulusal duruşa karşı söylemlere karşı enerji biriktiren kurtuluşun efsane güçleri uyandı…
Deveye, “İnişi mi seversin yokuşu mu?” demişler; “Düz, yere mi girdi?” demiş.
Herkes bir birine soruyordu; neden süper kupa finali Arabistan’da?
Bu maçı ülkemin, kuruluşunun yüzüncü yılında, ulusal kurtuluşun kahramanı olmuş bir ilinde oynamak varken, neden Arabistan?
Sorunun cevabını dün yaşayarak aziz milletim bizatihi aldı.
Ümidim o ki; bu cevap tüm topluma, vatandaşlara güçlü bir ders olmuştur.
Sonuçta ne ekersen, onu biçersin.
Dün yaşadığımız kötüydü… Gururumuz çok ama çok incindi.
Umarım; “Aldığımız cevabın bir yüzü bir gözümü ağlatırken, Yaşanmışlıktan elde edeceğimiz ders diğer gözümü güldürür…”
Fıkra meşhurdur;
Avare Temel ormanda dolaşırken derin bir kuyuya düşer.
Bağırır çağırır ama kimse onu duymaz.
Bir süre sonra yanına biri gelir ve Temel’e sorar: “Neden bağırıyorsun, kimse seni duymaz burada?”
Temel cevaplar: “Bilmiyorum, ama eğer bağırmazsam kendimi buradan çıkaramam!”
Kıssadan hisse; Toplumca bağırmalı, sesimizi “gür” çıkartmalıyız ki oy verip seçtiklerimiz bizi duysun…
Demokrasi, hak, hukuk adalet ve cumhuriyet hepimiz için yaşamsal öneme sahiptir.
Bu ülke için,
Mustafa Kemal ATATÜRK,
Vazgeçilmezdir.
Teze yılınızı gutlayaarın.
+ There are no comments
Add yours