Sesimi Duyan Var mı?

Hemen Paylaş

1999 Depreminin kulaktan gitmeyen çığlığıdır; “Sesimi duyan var mı?!

Yerin derinliklerinden yükselip kulak zarını yırtan uğultusu,

Yer yüzüne ulaştığı noktadan gökyüzünü bir kuşak gibi sarıp, gecenin karanlığını aydınlatan rengarenk ışık hüzmelerinin cehennemi andıran ambiansı,

Devasa yapıları dalga dalga “kumsal kumundan yapılmışçasına” yerle bir eden o müthiş güç Deprem…

O karmaşanın, kargaşanın ve o müthiş yıkımın altında kalan çaresiz insanlar…

Evsiz kalan, evinin altında kalan, eşini, çoluğunu, çocuğunu, annesini, babasını, canı gibi sevdiği can dostu “patisini” kaybeden, hayatını, birikimini koca-koca yıkıntıların altına gömen insanlar…

Tarifsiz acıları yaşayan çaresiz insanları “o cehennemden” çekip çıkarmaya çalışan merhametli, fedakar bir haykırıştı; “Sesimi Duyan Var mı?”

Yaşamın iki yüzünü: cennet ve cehennemi içinde barındıran insan bu iki yüz’den hangisini tercih edeceğine, hangisini yaşayacağına, hangi yüzü göreceğine biraz da kendisi tercihleriyle karar vermiyor mu?

Toplum kazanı, yüksek ateşte basınçlı kaptan sızmaya çalışan duman gibi tütüyor…

Bizatihi görüp, yaşayıp “şahit” oluyoruz olup bitene.

Kilit sistemiyle tencereye tutunan kapağın aralarından dumanla sızan sıcak suyun azametini, dumanın öfkesini, itişip-çekişmesini, ocağın üstündeki tencerinin “haka dansını”, düdüğünün sesini…

Bir düşünün…

Toplum gergin, tedirgin, kızgın, öfkeli. Trafikte kavgalar, geçim derdinden intiharlar, karısını kesen, kocasını zehirleyen insanlar, sokak başı dilenciler, silahlı saldırılar, silahsız ölümler

Eskiden “yarını yok” derdik ama korkarım güne yoklukla başlıyor insanlarımız…

Toplum zorlanıyor.

Eey bizi yönetenler farkındamısınız, toplum zorda…

Seyrüseferdeki şimendüfer gibi,

Arenadaki “boğa” gibi,

Toplum düdüklü tenceresi “puf” puf” dumanlar çıkartarak yanıyor, düdükleri ötüyor…

Meşhur sözdür kaynayan kazan “kapak tutmaz”.

İnsanların yaşadığı zorluklar, karşı karşıya kaldığı belirsizlikler, hayatın karmaşıklığı, “hayatlandıkça” artan sorumluluklar bugün zirveye ulaşmış durumda.

Vatandaş mutsuz, hem de çok mutsuz.

Kaotik ortamda kendini kaybetmiş üstelik umudunu da kaybetmekte olan bir toplumda, yaşamak, geleceği aramak, geleceği bulmak çok zor.

Ekonomimiz çökmüş durumda.

Ekonominin iyileşme umuduyla aya dört şeritli yol yapma sözüyle kol kola girmiş zihinlerde.

Sıkıntıları berhava etmeye çalışan iktidar geçmişin “tarihini” geleceğin “umudu” olarak insanların kafasına pompalayıp duruyor. Bu iki “düşün” labirenti toplumu esir almış durumda.

Belirsizlikler had safhada. Toplum kamplaşıyor.

İnsanlar marketlerin kapılarından giremez duruma geldiler. Sabah kahvaltı kuramayan evlerde mutluluk nasıl pişer?

Çocuklarımız, özellikle çocuklarımızın hayatını etkileyen bu “yokluklar” dönemi gelecekte bu toplumun en önemli sorunsalı olarak karşımıza çıkacak.

Gelir adaletsizliğinin yarattığı sınıfsal farklılık, orta direğin tamamen çökmesi küresel ısınma gibi etkisi hissedildiği an yapılacak bir şey kalmadığını anlayacağımız bir felaket olarak kapımızı çalacak.

Bunun en büyük sebebi doğal olarak elbette ki halkımın politik tercihi.

Bunun en büyük sebebi siyasetin rantsal siyasete dönüşmesi.

Bunun en büyük sebebi ülkemdeki o meşhum “aydın ihaneti”.

Ekonomi ne zaman sıkıntıya girse toplumda “sosyal ilişkiler” daha sıkı-fıkı hale geliverir. Vakıflar, il-ilçe yardımlaşma dernekleri, cemaatler öne çıkar.

Vakıflar, il-ilçe yardımlaşma dernekleri, cemaatler öne çıktıkça da yaşamsal tüm değerlerimiz ve sonra “aklımız-fikrimiz” bu yapılanmalar tarafından teslim alınıverir.

Halbuki “Sosyal Devlet“ asla bu tür çapraşık bilinmezliklere izin vermez.

Ama bunlara mış gibi “sosyal devlet” çanak tutarsa?

Sosyal baskılar artıverir. Kadın-erkek ayrımındaki çizgi kalınlaşır. Toplum içindeki sosyal normlar, beklentiler ve baskılar mutsuzluğun kitabını yazar.

Yeniden yazılmaya çalışılan toplumsal normlar baskı olur, “stres ve memnuniyetsizlik” olur üstünüze çöker.

Davaranış kalıplarınız değişiverir.

Hep aynı sistematik içinde kala kala birden kendinize “başkalaşır”, görüş ve inanışınızı sorgulamaya başlar hale geliverirsiniz…

Çünkü sizi esir almıştır birkere midenize hükmeden.

Kendize yabancı kaldınız mı hiç?

Fiziksel ve mental sorunlar, herkesle çatışmalar, fışkıran problemler, aile içi problemler, içine düştüğünüz veya hissettiğiniz sosyal izolasyon…

Bir de üstüne “politik belirsizlik”, “çevrenizdeki ateş çemberi”, “toplumsal çalkantı riski”, yaşamımızı tehdit eden “korkunç doğal afet riski”…

Tüm bunlara karşın sahip olduğunuz çaresizlik…

“Kaynayan kazan kapak tutmaz” kardeşim. Bu atasözü boşa denmemiş,bugünlere kadar da boşa saklanmamış bir söz…

Her karanlık kendisini sonlandıracak şafağın tohumlarını içinde taşır.

Acaba o karanlık bu karanlık mı?

Yoksa yazın bir tarafa ki; hayatlar; “yazı-tura”!

Şunlar da hoşunuza gidebilir

Yazarın Diğer Yazıları

+ There are no comments

Add yours