“Yükseköğretimde Çürüyen Sistem: Türk Üniversiteleri Dünya Sıralamalarında Neden Yok? Akademik Performansın Karanlık Yüzü”

Hemen Paylaş

Güneş sistemi, güneş’in “kütleçekim” kuvvetiyle yörüngede tuttuğu, etrafında dolanan sekiz gezegenden, cüce gezegenlerden, gezegenlerin uydularından, kuyruklu yıldızlardan ve bu kocaman evrende bulunan gaz ve toz bulutlarından oluşan kocaman bir sistem.

İfade etmek, tanımlamak gerekirse “Ülkemiz Yükseköğretim Sistemi” de işte tam da böyle bir sistem. YÖK, “güneş”, sahip olduğu müktesebat “kütleçekimi”, kendisine bağlı yüzlerce akademik birim…

Peki, burada işler nasıl gidiyor?

YÖK’ÜN güneşi hangi mevsimde?

Temel ve Dursun, Toronto’da bulunan dünyanın en yüksek kulesi CN Tower’ı görmeye gitmişler. Bu heybetli kulenin önünde Temel Dursun’a;

-“Haçan burası o kadar yüksek ki, yukarıdan düştüğün zaman aşağıya gelene kadar 3 gün geçer” demiş.

Bunun üzerine Dursun Temel’e;

-“Hadi yaa… Peki düşünce ölür misun? diye sormuş.

Soru güzel…

Sizce Temel bu soruya ne cevap vermiştir?

Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Enformatik Enstitüsü bünyesinde bulunan “Akademik Performansa Göre Üniversite Sıralaması” yapan “URAP” Araştırma Laboratuvarının bu yılki verilerine göre dünyanın en iyi üniversiteleri sıralamasında ilk 500’de Türkiye’den üniversite YOK.

Yani, URAP tarafından yapılan dünya sıralaması listelerine 2016’dan bu yana ilk 500’e girebilen bir üniversitemiz yok. 2016’da ilk 1000’de 18 olan üniversite sayımız ise 9’a düşmüş.

Çin, URAP 2022–2023 dünya sıralamasında; ilk 100’e 19, ilk 500’e 89, ilk 2000’e 343 ve ilk 3000’e 487 üniversitesiyle kendisine yer bulmuş.

Varlığı ile öğündüğümüz Mahfi EĞİLMEZ, 5 Ağustos 2019’da “Üniversitelerimizin Dünyadaki Yeri” adlı yazısında adres gösterdiği “Center for World University Rankings (CWUR)” adlı kuruluşun sayfasını bu sefer 28 Ocak 2024’de ben ziyaret ettim. Durum aşağıdaki grafikte…

Üniversitelerin ülke sıralaması, bu sıralamanın dünyadaki yeri

Durum böyleyken, peki, Türkiye Üniversitelerinde yapılan yayınların bilime katkısı, etkisi nedir, ne seviyededir? 

Makalelerin yayımlandığı dergileri “etki değerine göre” %25’lik dört dilimde inceleyen ve toplamda dünya ortalamalarını baz alarak karşılaştıran tabloyu da 2022–2023 “URAP” Dünya Sıralaması Basın Bildirisinden alıp aşağıya resmettim.

Türk – Dünya Üniversitelerinde Yapılan Yayınların Etki Karşılaştırması

Görüyorsunuz durum içler acısı…

Gerçeği ifade edeyim ki, içler acısının da acısı bir durum var ortada.

Etik ilkelerde, sistemsellikte, bilgi üretme ve iletişim süreçlerinde dürüstlük, güvenilirlik, şeffaflık kayboldukça, bilimsel çıktılarda nitelik azalıyor.

“Öğretim Üyeliğine Yükseltilme Ve Atanma Yönetmeliği” tarafından belirlenen “Öğretim Üyesi Değerlendirme Kriterleri” hayatın gerçekleriyle, mevcut işleyen sistemin imkân ve kabiliyetleriyle örtüşmedikçe, performans kriterleri ve akademik yükseltme sadece “yayın yapma” kriterine bağlı kaldıkça bu sorunların daha da ağırlaşması kaçınılmaz görünüyor.

Sistem akademisyenin dil bilmesine, yayın yapmasına odaklanıp önem veriyor da akademisyeni ne kadar destekliyor?

İmkân, kaynak, zaman, mekân, ekip yaratıyor mu?

Yok, sadece istiyor…

Madem akademisyen için yabancı dil önemli, bir kelime yabancı dil bilmeyen ama yabancı dilde onlarca yayın yapan akademisyen sistemin dikkatini neden çekmiyor, bunu nasıl yapıyorsun diye sistem sormuyor?

Son zamanlarda disiplinler arası çalışmalar teşvik ediliyor. En çok filim de buralarda dönüyor tabii. Maksat puanları tamamlamak ya, mesela doktorası işletme anabilimdalı olan bir mühendis çevre mühendisliğinin en zor konularında yazılmış bir makalede kendisine kolayca yer bulabiliyor?

“Hangi saikle yer buluyor?” diye, “bilime nasıl katkı sundun?” diye soranı yok.

Sonra bu yayınlardan akademisyen sen nasıl akademik teşvik alıyorsun? diyeni yok…

Bir akademisyenin kendi uzmanlık alanı dışında, kendisiyle hiç alakası olmayan veya dış kapının dış mandalı tarzı katkı verdiği bir yayına isminin yazması nasıl olur da değerli bir akademik bir faaliyet olur?

Bunun ölçüsü, sınırı, somut, her türlü şüpheden uzak ispatlanabilir, denetlenebilir bir sistemi olmaz mı?

Bir bölümde, programda arkadaşlarıyla ekip halinde çalışamayan, proje üretemeyen, okuluna dersi haricinde gelmeyen bir akademisyen, kendi programında, bölümünde yapamadığı yayını diğer fakültelerden, üniversitelerden bulduğu-kurduğu ekip ve çalışma arkadaşlarıyla acep nasıl yapar oluverir?

Projelerde kendisine nasıl yer buluverir?

Bu tavassutun bir menfaat sağlamadan yapılması mümkün müdür?

Her şey gün gibi açıkken bunları araştırıp soruşturan olmaz mı?

Cevap yok…

Bugün akademisyenlik, aileden varlıklı kişilerin yapabileceği bir iş haline geldi maalesef.

Bütün harcamalar akademisyenin cebinden, havasını atmak üniversitenden…

Medyada sıklıkla “Doçentlik tezlerinin, yüksek lisans ve doktora tezlerinin parayla yazıldığı”  konusunda haberler çıkıyor, “whatsapp numaraları”, “web sayfaları” dijital platformlarda dolanıyor da bu durum sistemin dikkatini neden çekmiyor?

Akademik performans “yayın” şartına bağlandıkça Türk Akademisyenlerin “Predatör dergilerin” kucağına itildiğini “bu sistem” görmüyor mu?

Aslında sistem görüyor ki her sene “bu-şu-o” dergilerde yayın yapmayın, alınan puanları saymayacağım diyor ama, geçmişte de bu dergilerde yayın yapan akademisyene de hiç bir şey yapmıyor? Yani atı alan üsküdarı geçiyor, sistem de ona bakıyoooor…

Bugün üniversitelerin pek çoğunda mevcut akademik atama yükseltme kriterlerini sağlamayan pek çok “Doçent, Profesör” var ama “daimi statüde oldukları için” onlara dokunan yok…

Ve dahi “yeni  kriterlerin”, “daha ağır kriterlerin” gelmesi için çalışan komisyonların pek çoğunda bu arkadaşların olduğu, uğraştığı da iddia ediliyor…

Hatta, doktor öğretim üyeleri için her üç senede, iki senede yeni yeni atama kriterleri getirip, bu kriterleri sağlamayan “Doktor Öğretim Üyeleri” hakkında olumsuz rapor vererek üniversiteleriyle ilişkilerini kesen komisyonlarda da bu arkadaşların görev aldıkları biliniyor…

Düşünsenize, doçentlik jürisine gittiğiniz doçent adayın yayınları sizin yayınlarınızdan hem fazla hem daha nitelikli…

Sonuç, bana dokunmayan yılan bin yaşasın, benden sonrası tufan…

Dünyanın aksine, bizde sadece yayın kriterine bağlanan akademik performans, atama ve yükseltme kriterleri liyakati, sadakati, etik ilkeleri ve maalesef akademik hiyerarşiyi rafa kaldırdı.

Akademisyen ücretleri yoksulluk sınırında.

Akademisyenlerin pek çoğu “dersi olduğu günler” okula geliyor maalesef.

Akademideki bu zorluklar gruplaşmaları arttırdı. Birbirine atıf atan, alakasız bir yayına arkadaşını yazan, dergi ücretini paylaşmak için okeyde dördüncüyü arar gibi yayına dördüncü ismi arayan, siyaseti de dibine kadar kullanan “kademidaş” ilişkileri arttırdı…

Geçen gün üniversitede faaliyet gösteren sendika görevlisi bir toplantıda,  kendi sendikasına üye olan akademisyenin yaptığı yayını, editörü ve hakemleri kendi arkadaşları olan dergilere yönlendirdiklerini, yayın ücretini de sendikalarının ödediğini, yayınların süratle dergilerde yayınlanmasını sağladıklarını gururla anlatıyordu..

Üniversitelerin özellikle Tıp Fakültelerinin anabilim dallarında asistan kalmadığı, herkesin akademik unvan peşinde koştuğu, birbirlerinden vaka sakladıkları, anabilim dalı başkanından habersiz vaka topladıkları, çalıştıkları birim dışındaki kişi ve guruplarla yayınlarını yaptıkları koridorlarda sıkça dillendiriliyor…

Özellikle yurt içi ve yurt dışı dergilerin editör ve hakemliklerinin belirli gurupların elinde olduğu, kendinden olanların yayınlarının dergilerde “jet hızıyla yayınlandığı”, onlardan olmayan veya bir şekilde dergiyle, editörüyle, hakemiyle ilişki kuramayan akademisyenlerin yaynlarının ise “süratle reddedildiği” hususları artık aleni, herkes biliyor…

Üniversitelerin içindeki kamplaşma ve gruplaşmalar nedeniyle orta yolda kalan öğretim üyelerinin, “öfkeli akademisyenlerin”, akademik teşkilat içindeki imkân ve fırsatlardan eşit şekilde yararlanamadıkları, bu şikayetleri her platformda dillendirmeye başladıkları biliniyor, duyuluyor, görülüyor…

Bunlar biliniyor, duyulıyor, görülüyor, yaşanıyor da sistem neden birşey yapamıyor?

Bakın, 2016’ya kadar yapılan yabancı dil sınavlarında var olduğu söylenen şaibe halen çözülemedi…

Yüksek Öğretim Kanunu bugüne kadar yüzden fazla kez değişmiş…

2018’de çıkan “Doçentlik Yönetmeliği” 2023’e kadar tam beş (5) kez değişmiş.

Peki ya Doçentlik başvuru şartları kaç kez değişmiş? Bunu tam olarak söylemek mümkün değil. Doçentlik Şartları her dönem için açıklanıyor. 2016’dan itibaren 17 dönem doçentlik şartı ilan edilmiş. Ancak şunu söyleyeyim mesela; “2023 Mart dönemi Doçentlik Başvuru Şartları”, “2023 Ekim döneminde” açıklanandan farklı…

Değişmiş yani…

Artık siz düşünün olayın vahametini…

Doçent adayı “ya kısmet” der çıkar yola, “bir şart uyar elbet durumuna” misali…

Böyle bir saçmalık olabilir mi?

Bilimsellik, ilkesellik, ön görü nerede?

Bir akademisyenin kendi dünyasını öngörememesi, kontrol edememesi en başta bilimselliğin en büyük düşmanıdır.

Çünkü bilim, objektif ve tarafsız bir bakış açısını gerektirir; kişisel ön yargılar veya duygusal etkiler, bu tarafsızlığı zedeler ve bilimsel sürecin sağlıklı işlemesini engeller.

Bu fırtınalı, inişli-çıkışlı platformda insan nasıl sağlık kalabilir? de topluma örnek olabilir mi?

Sistem dönme dolap gibi…

Böylesine delik deşik olmuş bir müktesebat yama tutar mı?

Böyle “labil” bir sistem denge bulabilir mi?

Dursun Temele sormuş;

“Peki düşünce ölür müsün?”

Temel hemen cevabı vermiş;

– “Ne sanıyorsun ya, üç gün yemeden içmeden yaşanır mı?”

Bir sonraki yazıda bu konuya devam edeceğim.”

Şunlar da hoşunuza gidebilir

Yazarın Diğer Yazıları

+ There are no comments

Add yours